Uzun Darbe: 40. Yılında 12 Eylül

Veli Demirci

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 40 yıl geçti. 1980 yılının 12 Eylül’ünde ordunun gerçekleştirdiği darbe, bu türden kapsamlı alt üst oluşlara neden olan benzeri müdahalelere göre, biçimsel olarak görece kısa sürdü.

Etkilerine, toplumsal süreçte ve siyasi yapıdaki belirleyiciliğine göre değerlendirildiği vakit ise, darbenin ruhunun düzenin her bir unsurunda etkisini hâlâ koruduğu görülüyor.

Darbeye doğru dünya ve Türkiye

1973 Petrol Krizi ile kapitalizmin sorunları kristalize oldu. Devletin ekonomiye müdahalesini temel alan modelden, sosyal harcamaları kısan, sermayeye daha fazla kaynak aktarımına dayanan piyasa uygulamalarına adım atıldı.

Bunun için işçi sınıfı ve emekçilerin bu yeni düzene bir şekilde ‘’ikna edilmeleri’’ gerekiyordu. Emperyalist ülkelerde bu süreç zamana yayılarak ve kitleler terör ve katliamlarla (Gladio operasyonları) demoralize edilerek uygulanmaya çalışıldı. Bu süreçte oyun alanı daha dar, bağımlı kapitalist ülkelerin emekçilerinin payına ise daha fazla ‘’zor faktörü’’ düştü.

NATO’nun ileri karakolu Türkiye

1960’lı yıllardan beri iç pazara ağırlık veren ithal ikameci bir sermaye birikim modeli uygulanan Türkiye’de, sermaye, yatırım teşvikleriyle desteklenirken, yüksek oranlı gümrük vergileriyle de dış rekabete karşı korunuyordu. Uluslararası tekeller ise yerli ortaklarıyla birlikte ülke içinde kurdukları montaj fabrikalarıyla bu desteklerden yararlanıyorlardı.

Üretim büyük ölçüde iç pazara dönük yapıldığı için, emekçilerin ücretlerindeki artış, içerde üretilen tüketim mallarına talebi arttırıyordu. İşçi sınıfı ise kitleselleşen ve militanlaşan sol hareketle birlikte siyasallaşıyor ve düzenin sağladığı olanaklarla yetinmeyen bir mücadelenin içine giriyordu. İşçi sınıfı DİSK öncülüğünde 15-16 Haziran direnişiyle sokaklara çıkarak burjuva sınıfına açıkça meydan okuyordu.

Yarım yüzyıldır büyük baskı altında ve illegal koşullarda çalışma yürütmeye çalışan TKP de 1973 Atılımı sonrası hızla kitleselleşerek, siyaset sahnesinde aktif rol aldı. DİSK tabanındaki örgütlenmesiyle, sendika yönetimde büyük bir ağırlık sahibi oldu.

1973 Petrol Krizi, üretim girdileri ve enerjide dışa bağımlı Türkiye’yi, çok hızlı artan ithalat maliyetleri nedeniyle sıkıntıya soktu. Sorun 70’li yılların ikinci yarısına kadar devlet müdahaleleriyle yumuşatılmaya çalışılsa da, ülke bu dönemin sonuna doğru, uzun yıllar başbakanlık yapmış Demirel’in itiraf ettiği gibi ‘’70 cente muhtaç’’ hale gelmişti.

Komünizmle mücadelede her yol mubah!

1960’lı yıllarda gençlik hareketi sola kayarak kitleselleşiyor, ülkedeki yoğun ABD etkisi ve kurumlarına karşı mücadele yükseliyordu. Emperyalizme karşı gelişen mücadeleye ABD, ülkedeki NATO’ya bağlı Özel Harb Dairesi-Gladio örgütlenmesini aktifleştirerek karşılık vermeye çalışıyordu.

12 Mart 1971 askeri darbesi ise sola darbe indirmekle birlikte, toplumsallaşmasını engelleyemedi.

Bu dönemin yeni aktörü, faşist parti MHP’ye bağlı Ülkücülerin, silahlı eğitim almış para-militer bir güç olarak sola karşı sokaklara çıkarılması oldu. 1974 yılından itibaren artan faşist saldırılar, genel olarak solu sokaktaki saldırıları püskürtmeye odaklı savunmaya yöneltti.

70’li yılların ikinci yarısında, ülkede iç savaş benzeri bir durum yaşanıyordu. Faşist saldırılar, can kaybına neden oluyor ama emekçi kitlelerin mücadelesini engelleyemiyor ve en önemlisi solla bağlantısını kesemiyordu.

Kitleleri yıldırma aracı olarak terör

Cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP, solun gelişimiyle birlikte, 60’lı yıllardan itibaren ortanın solu bir çizgiye evrilirken, 70’li yılların başında partinin yönetimini alan Ecevit’le birlikte sosyal demokrat bir karakter almıştı. CHP sol bir söylemle, solu düzene bağlamaya çalışırken, solun belli başlı bütün kesimleri, faşizme karşı demokratik bir cephe hedefiyle, farklı seviyelerde olsa da CHP’nin peşine takılmıştı.

Bu durum solu sadece sosyalist iktidar hedefinden uzaklaştırmakla kalmadı, aynı zamanda onu inisiyatif geliştiremeyen, siyasi hedefini kaybetmiş bir savunma pozisyonuna soktu.

1 Mayıs işte bu koşullarda, bütün engellere rağmen uzun yıllardan sonra ilk defa 1976 yılında, Taksim meydanında toplanan 400 bin kişinin katılımıyla kitlesel olarak kutlanıyordu. 1977’nin 1 Mayıs’ında ise Taksim’de toplanan 500 bin emekçiye düzen güçlerinin yanıtı katliamdı. Kitleye açılan ateş ve kaçış yollarının kapatılmasıyla en az 36 emekçi öldü, 130’dan fazlası yaralandı.

Maraş’ta Aralık 1978’de faşistlerin gerçekleştirdiği katliamda yüzden fazla kişi öldürülürken, faşist parti MHP’nin uzun süredir talep ettiği sıkıyönetim de birçok ilde ilan edildi.

Artık 12 Eylül faşist darbesine giden yol açılmıştı.

Sosyalist hareket, katliamları engelleyemediği için değil, bunlara siyasi bir yanıt veremediği, iktidar hedefinden uzaklaştığı için daha darbe yapılmadan, siyasi olarak yenilmişti.

24 Ocak (1980) Kararları

Yukarda değinildiği gibi 1978 yılına gelindiğinde ithal ikameci birikim modeli, yüksek teknoloji gerektiren ürünlerdeki dışa bağımlılık ve artan petrol fiyatlarıyla tıkanmıştı. Türkiye’nin yardım başvurusunda bulunduğu IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar reel ücretlerin düşürülmesini, devlet sübvansiyonlarının kaldırılmasını talep ediyordu.

Bu paketin hayata geçirilmesi, 1979’da Başbakan olan Süleyman Demirel’in başbakanlık müsteşarlığına atadığı Turgut Özal’ın hazırladığı programla oldu. Yapısal uyum programı olarak ilan edilen paketin ana hedefleri, kamunun ekonomideki payını azaltmak, piyasa ekonomisine ağırlık vermek olarak açıklandı. Ekonomi dışa açılacak, yani ihracata ağırlık verilecekti.

Ülkenin ihracat ürünleri gelişmiş teknolojiye dayanmadığı için, rekabet edebilmek için emek maliyetlerinin, yani işçi ücretlerinin düşürülmesi gerekiyordu. TÜSİAD da bunu talep ediyordu. Siyasallaşmış ve mücadeleci işçi sınıfı ve emekçilerin, tamamen kendi aleyhlerine olan bu uygulamaları kabul etmesi ve bunların sorunsuz uygulanmaları imkansızdı.

Demirel hükümeti bu programı 1980 yılında, ocak ayının başında açıklamayı düşünüyordu. Ama ordu muhtıra verdiği için açıklama ertelendi. Özal genelkurmaya giderek, 8 ay sonra darbe yapacak Evren ve diğer generallere programı anlatıyor ve onların desteğini alıyordu.

24 Ocak kararları, 12 Eylül cuntasının resmi ekonomi politikası olacak ve şiddetle bastırılan işçi sınıfına süngü zoruyla dayatılacaktı. Programı hayata geçiren de cunta hükümetine ekonomi işlerinden sorumlu Bakan olarak alınan liberal Turgut Özal’dı.

12 Eylül’le sola acımasızca bir darbe vuruluyor, ekonomi tamamen piyasaya açılıyor, milliyetçilikle islamı harmanlayan ‘’Türk İslam Sentezi’’ topluma zorla dayatılıyordu.

Faşistlerle mücadele – Faşizmle mücadele

Faşist darbe, ilk başta soldan sağa burjuva siyasetindeki bütün yapılara karşı harekete geçti.  Önde gelen burjuva siyasetçileri gözetim altına alındı. Bütün örgütlü yapılar hedefteydi. Elbette TÜSİAD’a dokunulmadı. Asıl hedef ise soldu, en acımasız darbe de sola indirildi.

Cunta, darbe öncesi devlet desteğinde sola karşı sokakta mücadelenin başını çeken faşist parti MHP ve onun vurucu gücü Ülkücülere karşı da harekete geçti. MHP’nin başı Türkeş’in mahkemede ifade ettiği gibi ‘’Fikirleri iktidarda, kendileri ise hapishanede’’deydi.

Görev bitmiş, kirli alet çöpe atılıyordu. Katliamlarla öne çıkan ve toplumun önemli bir kesiminde tepki yaratan faşist güç, sokaktan çekilirken, devlet kurumunda çalışan solcu bütün kadrolar görevden alınıyordu. Faşist ve dinci kadrolara alan açılıyordu.

O güne kadar faşist saldırılara, emekçi halkın desteğiyle mücadele etmenin ötesine geçemeyen sol, faşist ölüm mangalarının sokaklardan çekilmesiyle, rahatlayan kitlenin siyasi olarak pasifleşmesine ve üniformalı faşizme karşı mücadelede isteksizliğine engel olamadı.

ABD ve NATO

Türkiye’deki ABD diplomatları 12 Eylül’den hemen sonra Vaşington’a gönderdikleri gizli diplomatik notlarda, iş adamlarının darbeden duydukları sevinçle „neredeyse havalara uçtuklarını“ yazıyorlardı. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45499685)

Ama madalyonun diğer yüzünde ABD ve Federal Almanya’nın sağladığı destek vardı. Darbe planlaması NATO’ya yabancı değildi. Yunanistan’da 1967-74 Albaylar Cuntası NATO’yu belki sıkıntıya sokmuş ama rahatsız etmemişti.

İngiltere dışişleri bakanlığının 30 yıllık gizlilik kararını kaldırdığı belgelere göre 1976 yılında NATO’da, İtalya’da seçimleri İtalyan Komünist Partisi’nin kazanması halinde önce karışıklık çıkartılması, sonra da darbe yapılması planları görüşülmüştü. İKP’nin gücünden dolayı darbeden vaz geçilmişti. (http://www.redglobe.de/index.php?option=com_content&task=view&id=2068&Itemid=1)

Aynı yılın başında ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın eski Federal Almanya Şansölyesi ve zamanın Sosyalist Enternasyonal Başkanı Willy Brandt’la, Avrupa’da komünizmle mücadele yöntemleri ve İtalya’daki durumu “görüştüklerini“ biliyoruz. (http://www.redglobe.de/index.php?option=com_content&task=view&id=2068&Itemid=1)

12 Eylül darbesi, daha sonra Nobel Barış Ödülü alan dönemin ABD Başkanı Carter’e, danışmanları tarafından ‘‘Bizim çocuklar darbe yaptı‘‘ diye verildiği çabuk duyuldu.

ABD öncülüğünde Sovyetler Birliği’ni islam ülkeleriyle çevreleyerek komşu Sovyet cumhuriyetlerinde sorun yaratmaya odaklı ‘’Yeşil Kuşak’’ Projesi kapsamındaki ülkelerde ise işler istendiği gibi gitmiyordu. 1979 yılında İran’da en yakın müttefiki Şah rejimi yıkılmış, Mollalarla, ABD Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi ve diplomatların rehin alınması nedeniyle normal bir ilişkinin şartları kalmamıştı.

Afganistan’da ise sosyalizm yönelimli bir iktidar kurulmuş ve Sovyetler Birliği yardıma çağrılarak ABD askeri müdahalesinin önü alınmıştı.

NATO’nun güney kanadı sorunluydu.

Genelkurmay Başkanı Evren Haziran 1980’de gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde Carter’ın Başdanışmanı Brzezinski ile görüştü. Brzezinski’nin mesajı açıktı: “İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz, ama gidişat o yönde değil.”

Mesaj alınmıştı.

Sermayenin istikrarını bozan soldu…

***

Sonuç olarak, solun ve sol değerlerin toplumdan kazınması için yürütülen mücadeleyle, AKP’ye ve cumhuriyetin tasfiyesine giden yol, 12 Eylül’le ardına kadar açılıyordu.